Makalelerim

Kendi Kalemimden Makaleler

Sosyal Medya Firmalarına Hangi Koşullarda Yetki Veriyoruz ?

Sosyal Medya Firmalarına Hangi Koşullarda Yetki Veriyoruz ?

Sosyal medya siteleri de dâhil olmak üzere birçok uygulamada üyelik sırasında uzun bir sözleşmeye onay veririz. Birçok kimse neye onay verdiği konusunda bilgi sahibi değildir. Bunu bilen firmalar, hizmet koşulları ve gizlilik sözleşmesi adı altında normal koşullarda asla kabul etmeyeceğiniz hükümleri sözleşmelere eklerler. Buna ilişkin olarak ufak bir yazı dizisi hazırlamaya karar verdim.

Bu yazı dizisinde ilk olarak sosyal medya sitelerinden birisi olan Facebook’u ele alacağız.

Facebook, önceki dönemlerde ABD’de yapılan seçimlerde ve Brexit çıkışında manipülasyon yapılması amacıyla kullanıcılarının bilgilerini izinsiz olarak bir analiz firmasına para karşılığı vermiş olmakla itham edilmektedir. Buna ilişkin kısa bir araştırma yaparsanız birçok habere rastlayabilirsiniz.

Aşağıda Facebook tarafından sizin hakkınızda toplanan verileri ele alacağız.

Bir hesap açmanız, içerik oluşturmanız veya paylaşmanız ve başkalarıyla mesajlaşmanız ya da iletişim kurmanız dâhil olmak üzere, Facebook ürünlerini kullanmanız sırasında sağladığınız içerikler, mesajlar ve diğer bilgiler toplamaktadır.

Bir fotoğrafın çekildiği konum veya bir dosyanın oluşturulduğu tarih gibi, sağladığınız içerikteki veya içerik hakkındaki bilgiler (meta veriler gibi) buna dâhil olabilir. Yani sadece görünen kısım değil, sizin görmediğiniz, cihazınız tarafından dosya içerisine gömülmüş olan konum, tarih, cihaz bilgileri de buna dâhil.

En çok iletişim kurduğunuz kişiler veya üyesi olduğunuz gruplar, iletişime geçtiğiniz kişiler, sayfalar, hesaplar, konu etiketleri ile bu kişi ya da gruplarla Facebook ürünleri aracılığıyla nasıl etkileşimde bulunduğunuz hakkındaki bilgilerde toplanmaktadır.

Ek olarak cihazınızda eğer senkronize etme işlemini uygulamışsanız adres defteriniz, çağrı kayıtlarınız, SMS kayıt geçmişiniz de Facebook’un eline geçmektedir (Bu hususla ilgili ileride de değineceğiz. Senkronizasyon işlemini yapmadığınızda dahi bu bilgilere erişim izni vermiş oluyorsunuz).

Facebook kullanım bilgileriniz de sistem tarafından toplanmaktadır.

Görüntülediğiniz veya etkileşim kurduğunuz içerik türleri; kullandığınız özellikler; gerçekleştirdiğiniz eylemler; etkileşimde bulunduğunuz kişi veya hesaplar ile hareketlerinizin zamanı, sıklığı ve süresi gibi Facebook ürünlerini nasıl kullandığınıza ilişkin veriler de toplanmaktadır. Örnek verecek olursak Facebook ürünlerini kullanmakta olduğunuzu ve en son ne zaman kullandığınızı ve ürünlerde hangi gönderi, video ve diğer içerikleri görüntülediğiniz kaydedilmektedir.  Ayrıca Facebook ürünlerinde bulunan kamera gibi özellikleri nasıl kullandığınız hakkında da bilgi toplanmaktadır.

Facebook ürünleri üzerinden gerçekleştirdiğiniz finansal işlemler hakkındaki bilgiler de toplanmaktadır.

Toplanan veriler; kredi kartı ya da banka kartı numarası veya başka kart bilgisi gibi ödeme bilgileri, diğer hesap ve kimlik doğrulama bilgileri ve fatura, gönderim ve iletişim bilgileri de dâhil olmak üzere tüm veriler toplanmaktadır.

Başka kullanıcılar tarafından Sosyal Medya Üzerinden sizin hakkınızda verilen bilgiler Facebook tarafından toplanmakta ve analiz edilmektedir.

Yani başkalarının size ait bir fotoğrafı paylaşması, sizin fotoğrafınıza yorum yapması, size mesaj göndermesi veya sizin iletişim bilgilerinizi yüklemesi, senkronize etmesi veya aktarması sırasında elde edilen veriler işlenmektedir.

Yukarıda belirttiğimiz veriler, Facebook tarafından toplanmakta, analiz edilerek işlenmekte ve depolanmakta ve pazarlama sektöründe kullanılmaktadır. Belirtmekte fayda var ki, Facebook ürünlerinden kasıt, Facebook firmasına bağlı uygulamalardır. Bu kapsamda Instagram ve WhatsApp uygulamaları da facebook’a bağlıdır.

Facebook ürünlerini yüklediğiniz cihazlarınız hakkında da bilgiler toplamaktadır.

Bu bilgiler, sizin tüm cihazlarınızdan ayrı ayrı alınarak toplanmaktadır. Buradaki işlem öyle detaylıdır ki, mesela telefonda size bir reklam gösterildi. Bu reklam sonrası sizin Facebook hesabınızın açık olduğu diğer cihazlarda hangi aktiviteleri gerçekleştirdiğiniz dahi ölçülüyor.  Hangi bilgilerin toplandığına gelecek olursak, öncelikle Facebook ürünlerini kullandığınız cihazın özellikleri toplanıyor. Bu kapsamda; İşletim sistemi, donanım ve yazılım sürümleri, pil seviyesi, sinyal gücü, kullanılabilen depolama alanı, tarayıcı türü, uygulama ve dosya ad ve türleri ile eklentiler gibi bilgiler toplanmaktadır.

Cihaz işlemleriniz de toplanmaktadır.

Bir pencerenin ön planda mı yoksa arka planda mı olduğunun belirlenmesi veya fare hareketlerinin izlenmesi de dahil olmak üzere, cihazda gerçekleşen işlemler ve davranışlar hakkında bilgiler toplanmaktadır.

Kullandığınız oyun, uygulama veya hesaplara ait özel tanımlayıcılar, cihaz kimlikleri ve diğer tanımlayıcılar ile Aile Cihazı Kimlikleri (veya aynı cihaz veya hesapla ilişkili Facebook Şirketi Ürünleri’ne özel diğer tanımlayıcılar) de toplama işleminden nasibini alan bilgiler arasına girmektedir.
Yine cihaz sinyal bilgileri firma tarafından toplanmakta ve işlenmektedir.

Bunlar, Bluetooth sinyalleri ile yakınlardaki Wi-Fi erişim noktaları, beacon’lar ve baz istasyonları hakkında bilgilerden oluşmaktadır. Yine GPS konumunuza, kameranıza veya fotoğraflarınıza erişim gibi etkinleştirdiğiniz cihaz ayarları da toplanmaktadır.

Ağ bilgileriniz de alınan veriler arasında yer almaktadır.

Bu kapsamda mobil operatörünüzün veya internet servis sağlayıcınızın adı, dil, saat dilimi, cep telefonu numarası, IP adresi ve bağlantı hızı gibi bilgilerin yanı sıra, bazı durumlarda yakında veya ağınızda bulunan cihazlar hakkında bilgiler (mesela telefonunuzun yakınında akıllı televizyonunuz varsa bunun bilgileri)

Yine son olarak çerez verileri dediğimiz, cihazlarda saklanan ve cookie (çerez) olarak adlandırılan veriler de Facebook tarafından elde edilip işlenebilmektedir.

Yukarıda belirttiklerim tamamen “Facebook Veri İlkesi” kapsamında alınan bilgilerdir. Bu bilgilerin teyidi için Facebook’a ait olan https://www.facebook.com/about/privacy adresine girip bakabilirsiniz.

Gördüğünüz üzere söz konusu uygulamayı bir kez kullanmaya başlayınca sizin ile alakalı tüm bilgiler toplanmaya başlanmaktadır. Hatta o anda yanınızda uygulamayı kullanmayan cihazlarınız olsa dahi cihazlar ile ilgili veriler toplanmaktadır. Bu kapsamda Facebook tarafından sizin anlık olarak net konumunuz, cihazınızı kullanma alışkanlıklarınız, yaşadığınız yer, gitmeyi sevdiğiniz yerler ve yakınlarda bulunan işletmeler, ilgi duyduğunuz kişi ve konular, yüz profiliniz (birçok güvenlik uygulaması ve elektronik cihazlarda güvenlik önlemi olarak işlev görmektedir.) ve bir sürü kişisel bilginiz toplanmakta, analiz edilmekte ve kişiliğinize ait profiliniz çıkarılmaktadır.

İcraya Konulabilmesi İçin Kesinleşmesi Şart Olan İlamlar

İcraya Konulabilmesi İçin Kesinleşmesi Şart Olan İlamlar

GİRİŞ

Bu yazımızda günümüzde genel olarak çokça karmaşaya sebebiyet veren bir konu olan İlamların İcraya Konulması hususu üzerinde duracağız. İlk olarak ilam terimi, mahkeme kararı anlamına gelmektedir. Hukuk dünyası’na genel bir bakış attığınızda özellikle Hukuk Mahkemeleri nezdinde iki aşamalı bir süreç olduğu görülecektir. İlki dava süreci, ikincisi ise tahsilat sürecidir. Tahsilat süreci ise genel itibariyle icra daireleri eliyle görülmektedir. Taraflar mahkeme sürecini ne kadar iyi yürütürlerse yürütsünler, eğer karşı taraf kötü niyetli ise tahsilat sürecinde haklarını alamamak tehlikesi ile karşı karşıya gelmektedir. Bu süreçte ilamların icraya konulma prosedürünü de iyi bilmek gerekmektedir.

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun “Başvurunun İcraya Etkisi” başlıklı 350. maddesine göre istinaf yoluna başvurma, kararın icrasını durdurmaz. Yine Temyize ilişkin olan HMK 367. maddesi uyarınca Temyiz, kararın icrasını durdurmaz. Bu maddelere göre genel çerçevede ilamların icraya konulması için kesinleşme şart değildir. Ancak Yine HMK 350 ve 367. maddelerde ve bazı özel kanunlarda birtakım kararlara ilişkin istisnalar mevcuttur. Aşağıda bu istisnaların kapsamını oluşturan ilamlar ayrıntılı olarak incelenecektir.

Kısaca…

Kararın kesinleşmesi ile kast edilen nokta, yüzeysel anlamda Yüksek yargı organlarının denetiminden geçen veya kanun tarafından öngörülmüş süreler içerisinde taraflarca kanun yollarına başvurulmayan kararlardır. İlk derece mahkemelerinin kararının Yargıtay denetiminden geçtikten sonra verilen karar örnek olarak verilebilir. Yahut istinaf veya temyize başvuru süresi içerisinde söz konusu mahkemelere başvurulmayan kararlardır.

Karar düzeltme yolu, bir kısım kararlar için açık olup, eğer mahkemece verilen hüküm için karar düzeltme yolu açık ise, karar düzeltme yoluna başvurma süresi dolmadıkça veya bu yola başvurulmuş ise karar düzeltme talebi sonuçlanmadıkça, hükmün kesinleştiğinden bahsetmek mümkün olamayacaktır.

Söz konusu durumlarla kesinleşen karara ilişkin ilgili mahkemenin kalem müdürü tarafından kesinleşme şerh edilir ve bu şerh hakim tarafından onaylanır. Bu husus bazı mahkemelerce ayrıca kesinleşme şerhine ilişkin belge verilerek yapılırken bazı mahkemelerce de mevcut kararın arka kısmına işlenerek yapılmaktadır. Özellikle resmi daireler ve icra dairelerine sunulacak ilamlar açısından mevcut kararın uygun bir yerine şerh edilmesi tavsiye edilir.

Ayrıca belirtmek gerekir ki, HMK 305 ve 306. maddesinde düzenlenen tavzih yolu ise kesinleşmeyi etkilemez. Tavzih yoluna kısaca değinecek olursak, Hüküm yeterince açık değilse veya icrasında tereddüt uyandırıyor yahut birbirine aykırı fıkralar içeriyorsa, icrası tamamlanıncaya kadar taraflardan her biri hükmün açıklanması veya tereddüt ya da aykırılığın giderilmesidir. Tavzih talebinin sonuçlanması beklenmeksizin kararın icraya konulması mümkündür.

Yine Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 18.2.2016 Tarih, 2016/1179 Esas, 2016/2693 Karar sayılı kararı ve Yerleşik içtihatları uyarınca bahse konu ilamlardaki yargılama giderleri, vekalet ücreti, tazminat, faiz gibi eklentiler de, hüküm kesinleşmeden icraya konulamaz .

Takip tarihinde kesinleşmemiş ilam için, sonradan kesinleşmiş olsa dahi, şikayet yolu ile takibin iptaline gidilebilir. Tabi ki bu durum, karar kesinleştikten sonra ilamın yeniden icraya konulmasına engel teşkil etmeyecektir.

İlamların icraya konulması hususu icra müdürü tarafından denetlenmelidir. İcraya konulması için kesinleşme şartı aranan bir ilamın, kesinleşmeden icraya konulması halinde, icra mahkemesine süresiz şikayet yolu ile ilamlı takibin iptali için müracaat edilebilmektedir.

İcraya Konulabilmesi İçin Kesinleşmesi Şart Olan İlamlar

1-Gayrimenkulün aynına ilişkin ilamların icraya konulması (HMK 350 – 367)

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 367. maddesinin 2. fıkrasına göre taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe yerine getirilemezler. Burada önemli olan gayrimenkulün aynına ilişkin hususun doğru saptanmasıdır.

Nitekim Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 19.11.2015 Tarih, 2015/19446 E Ve 2015/20796 K. Sayılı kararında Davacı mühendislik şirketi ile ile davalılar arasındaki inşaat sözleşmesi hükümleri tartışılarak sonuca gidildiğinden bahisle ilamın taşınmazın aynına ilişkin olmadığı ve infazı için kesinleşme şartının bulunmadığı belirtilmiştir.

Yine Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 6.2.2017 Tarih, 2016/21785 E Ve 2017/1150 K. Sayılı kararında ilamının incelenmesinde; Mahkemece muhdesatın tesbitine karar verildiği, ilamda sicilde değişikliğe yol açan tescil hükmü bulunmadığı dolayısı ile ilamın taşınmazın aynına dair olmayıp infazı için kesinleşmesi koşulu bulunmadığından şikayetin reddine karar verilmesi gerektiğine ilişkin görüş mevcuttur.

Yargıtay tarafından yerleşik görüş, gayrimenkulün aynına ilişkin olmayan ( gayrimenkul üzerindeki kişisel “şahsi” haklara ilişkin olan ) haklar yönünden kararın kesinleşmesinin gerek olmadığıdır.

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin T. 14.1.2014 Tarih, 2013/24243 E Ve 2014/170 K Sayılı kararında İpotek, sınırlı bir ayni hak olduğundan, ipoteğin fekkine ilişkin davanın taşınmazın aynına ilişkin olduğunun kabulü gerekir. Bu durumda takip konusu ilamın icraya konulabilmesi için kesinleşmesi zorunludur. İlam bir bütün olup, ilamda yer alan eklentiler de aynı kurala tabidir. Bir başka anlatımla esas hakkındaki hüküm kesinleşmeden vekalet ücreti ve yargılama giderlerine ilişkin hüküm bölümü ayrıca infaz ve icra takibine konu edilemez (HGK’nun. 05.10.2005 tarih ve 2005/12-534 E. 2005/554 K.).

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 10.12.2012 Tarih, 2012/12107 E Ve 2012/12072 K. Sayılı kararı mucibince Men’i Müdahale davaları doğrudan taşınmazın aynına ilişkin kararlar olup icraya konulabilmesi için kararın kesinleşmesi gerekmektedir.

2-Aile ve kişiler hukukuna ilişkin ilamların icraya konulması (HMK 350 – 367)

HMK 350. maddenin 2. fıkrasında “Kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe yerine getirilemez.” hükmü geçmektedir. Yine Temyize ilişkin HMK 367. maddesinin 2. fıkrasında “Kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe yerine getirilemez.” hükmü bulunmaktadır. Her ne kadar iki madde de birbirinin aynı gibi gözükse de 350. madde İstinaf yoluna ilişkin, 367. madde ise temyiz yoluna ilişkin düzenlemelerdir.

Aile ve kişiler hukukuna ilişkin hükümlerden anlaşılması gereken; isim tashihi, soyisim tashihi, yaş tashihi, velayetin nez’i, babalık davası, nesep tashihi, boşanma ve bunun eki niteliğindeki hükümler gibi kişinin doğrudan şahsı ya da ailevi yapısıyla ilgili hukuki durumunda değişiklik oluşturan ilamlar ile bu ilamların eki niteliğindeki hükümlerdir. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, tüzel kişiler de kişi kavramı içerisindedir.

Kişiler hukuku ile bağlantılı olarak İcra mahkemelerinin kararının infazı için kesinleşme zorunluluğu olmadığına ilişkin Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin 1.12.2016 Tarih, 2016/4798 E. Ve 2016/22785 K sayılı kararı mevcuttur.

HMK 350 Kapsamında Ticari Şirket Ortaklığından Çıkmaya ilişkin kararlar da Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin 17.10.2011 Tarih, 2011/3823 E. Ve 2011/19641 K. sayılı kararına göre kesinleşmeden icraya konulabilen kararlar arasındadır.

       2/a- Boşanma ve Fer’ileri

Kişiler hukuku denilince Boşanma ve fer’ilerine de değinmemiz gerekmektedir. Özellikle boşanma, buna bağlı olan maddi ve manevi tazminat ile iştirak nafakasına dair ilamlar da kesinleşmedikçe icraya konulamamaktadır. Buna ilişkin olarak Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 20.10.2015 Tarih, 2015/16421 E. Ve 2015/18638 K Sayılı KararıYargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 1.12.2016 Tarih, 2016/13627 E. Ve 2016/14844 K Sayılı Kararı İle Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 5.5.2016 Tarih, 2016/1701 E Ve 2016/8339 K Sayılı kararları vardır. Ancak tedbir nafakası bu hususun dışında kalmaktadır. Tedbir nafakasının icraya konulması için Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 17.04.2014 Tarih, 2013/18343 E Ve 2014/7453 K Sayılı kararına göre bu tür ilamların icraya konulması için kesinleşme şartı aranmamaktadır.

Aile hukukunda yer almakta ise de, katkı payına ilişkin davalar, boşanma ilamının eki niteliğinde olmayıp ondan bağımsız olan edaya ilişkin ilamlardır. Bu yüzden katkı payı alacağına ilişkin ilamların icraya konulması için kesinleşme gerekmemektedir. İlgili Husus Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 20.6.2016 Tarih, 2016/7478 E, 2016/10845 K Sayılı Kararında Mevcuttur.

Takı bedelinden kaynaklı tazminat alacağına ilişkin ilamlar Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin 18.4.2012 Tarih, 2011/30173 E Ve 2012/13094 K sayılı kararına göre kesinleşmeden icraya konulabilecektir.

Son olarak çocuk ile kişisel ilişki kurulması noktasında Yargıtay içtihatlarında öncelikle boşanma yönünden ilamın kesinleşip kesinleşmediğinin açığa kavuşturulması ve HMK 367 de bulunan ilkeler doğrultusunda sonuca gidilmesi gerektiği belirtilmiştir. Dolayısıyla Çocuk teslimi ve çocuk ile kişisel ilişki kurulmasına dair ilamlar da kesinleşmedikçe icraya konulamayan kararlardır. Bu hususa Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 8.10.2015 Tarih, 2015/17320 E Ve 2015/17756 K. sayılı kararında değinilmiştir.

     2/b- Fikri ve Sınai Haklara İlişkin

Bu madde kapsamında Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesinin ürün benzerliği yoluyla tescili tasarımına haksız müdahalenin önlenmesine yönelik olarak oluşan hüküm, şahsın hukukuna ilişkin tescilli hakka tecavüz niteliğinde olduğundan, bu nitelikteki ilamların icraya konulması için kesinleşmesi gerekir. Kesinleşmeden infaz edilemezler.

Fikri ve Sınai Haklara ilişkin olarak Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 12.5.2016 Tarih, 2016/1921 E. Ve 2016/8741 K sayılı kararında “FSEK hükümlerine dayalı olarak açılan maddi manevi tazminat davasına dair olduğu, tarafların hukuki durumunda sicil ve kayıtlarda değişiklik yaratacak nitelikte olmadığı, hakkın özü ile ilgili olmayıp malvarlığında değişiklik yaratacak nitelikte olduğu anlaşılmaktadır. Dayanak ilamın kesinleşmeden takibe konulabileceği nazara alınarak, şikayetin reddi yerine kabulüyle takibin iptaline karar verilmesi isabetsizdir.” denmek suretiyle sadece maddi, manevi tazminata ilişkin hükümlerin kesinleşmesinin gerekmediğini belirtilmektedir

Yine Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 23.3.2017 Tarih, 2016/9638 E Ve 2017/4283 K. Sayılı kararına göre eser niteliğindeki görsellerin izinsiz kullanımından kaynaklanan 5846 Sayılı Kanun’un 68. maddesi uyarınca istenen telif hakkı tazminatı alacağına ilişkin ilam, şahsın hukuku ile ilgili olmakla birlikte tarafların şahsı ile ilgili hukuki durumlarında değişiklik yaratan bir sonuç doğurmayıp, sadece malvarlığını etkilediğinden takibe konulabilmesi için kesinleşmesi gerekmez.

Yukarıda belirttiğimiz iki Yargıtay kararından da anlaşılacağı üzere tarafların hukuki durumlarında, sicil ve kayıtlarda herhangi bir değişikliğe neden olmayan sadece malvarlığına ilişkin ilamların icraya konulması hususunda kesinleşme zarureti bulunmamaktadır.

3-Yabancı mahkeme veya hakem kararlarının tenfizine ilişkin verilen ilamların icraya konulması (MÖHUK 41/2)

Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 20.6.2016 tarih, 2016/7478 Esas ve 2016/10845 K sayılı kararı (Eda Davası)nda söz konusu duruma değinilmiştir.

4-Menfi tespit veya istirdat (geri alım) davalarında verilen ilamların icraya konulması (İİK 72)

İİK 72. madde ve devamında ele alınmış olan menfi tespit ve istirdat davaları açısından da kararın kesinleşmesi beklenmelidir. Bu husus Hukuk Genel Kurulu’nun 5.10.2005 tarih ve 2005/12-534 E., 2005/554 K. sayılı kararı ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun T. 7.11.1990 Tarih, 1990/12-446 E Ve 1990/564 K sayılı kararları ile de belirtilmiştir.

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin T. 25.3.2014 Tarih, 2014/6016 E Ve 2014/5264 K Sayılı kararlarına göre İİK’nun 72/1 fıkrasına göre icra takibinden önce açılan menfi tespit davalarının kabulü halinde de ilamın infazı ancak İİK’nun 72/4 fıkrasına göre kesinleşmesine bağlıdır.

İlamların yargılama gideri ve vekalet ücretlerine ilişkin bölümleri, davanın kabulü ya da reddine ilişkin bölümleriyle bir bütündür. Bu kalemlerin kesinleşmesi ve infazı ancak bir bütün olarak ilamın kesinleşmiş olmasına bağlıdır. Dolayısıyla, ilamın esasına ilişkin hüküm kısmı kesinleşmeden yargılama gideri ve vekalet ücretine ilişkin kısmı da icra takibine konu edilemez. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin T. 18.2.2016 Tarih, 2016/1179 E. Ve 2016/2693 K. Sayılı Kararı ve aynı Dairenin T. 21.1.2014 Tarihli 2013/13919 E. Ve 2014/746 K Sayılı Kararlarında bu duruma değinilmiştir.

5-Sayıştay ilamlarının icraya konulması (6085 sayılı Sayıştay Kanunu Madde 53)

6085 sayılı Sayıştay kanununun 53. maddesi gereği sayıştay ilamları kesinleştikten sonra doksan gün içerisinde yerine getirilir. İlam hükümlerinin yerine getirilmesinden, ilamların gönderildiği kamu idarelerinin üst yöneticileri sorumludur.

Anayasanın 160. maddesinde “…Sayıştayın kesin hükümleri hakkında ilgililer yazılı bildirim tarihinden itibaren onbeş gün içinde bir kereye mahsus olmak üzere karar düzeltilmesi isteminde bulunabilirler.” denmek suretiyle Sayıştay ilamlarının kesin hüküm teşkil ettiği kabul edilmektedir. Yine Sayıştay 4. Daire’nin 12.3.2008 Tarihli 30582 Karar sayılı kararında da bu duruma ilişkin hüküm mevcuttur.

6- İdare aleyhine açılan haciz veya ihtiyati haciz uygulamaları ile ilgili davalarda verilen kararların icraya konulması (2577 sayılı İYUK 28/1)

Söz konusu kararlar da kesinleşmedikçe icraya konulamamaktadır. Ayrıca Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 10.10.2016 tarihli, 2016/11846 E ve 2016/13507 K sayılı kararından da anlaşılacağı üzere İYUK 28 gereği idareye başvurulmadan yapılan takipler da ilgili prosedür uygulanmadığından bahisle durdurulacaktır.

7-İstihkak davasının kabulüne ilişkin kararların icraya konulması

Mülkiyetin tespitine ilişkin olmaları nedeniyle istihkak davasının kabulüne dair ilamlar kesinleşmeden infaz edilemez. İstihkak davasının reddine ilişkin kararların icrası için kesinleşmeleri koşulu aranmaz.

8-Bayrağına ve sicil kaydı olup olmadığına bakılmaksızın bütün gemilere ve bunlarla ilgili ayni haklara ilişkin ilamların icraya konulması

Bayrağına ve sicil kaydı olup olmadığına bakılmaksızın bütün gemilere ve bunlarla ilgili ayni haklara ilişkin ilamların icraya konulması için kesinleşmesi gerekmektedir.

9- Mahkumiyet Hükümlerine İlişkin İlamların icraya konulması (5275 Sayılı Kanun 4. Madde)

5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin Uygulanması Hakkında Kanunun 4/1 fıkrasında: mahkumiyet hükümlerinin kesinleşmedikçe infaz olunamayacağı düzenlenmiştir. Ek olarak Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin 04.10.2010 tarihli, 2010/9466 E ve 2010/22059 K sayılı kararında bu husus üzere hüküm kurulmuştur.

Bu madde ışığında değerlendirecek olursak mahkumiyet kararı çıkmış olan bir ilam neticesinde verilmiş olan vekalet ücreti de kararın kesinleşmesi neticesinde icraya konulabilecektir.

Ancak, haksız tutuklama nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkin ilam ceza mahkumiyeti içermediğinden takibe konulması için kesinleşmesine gerek bulunmamaktadır. Konu ile ilgili Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin 2.12.2011 Tarih, 2011/19187 E Ve 2011/26516 K Sayılı Kararı İle Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 17.1.2013 Tarih, 2012/13098 E Ve 2013/381 K. sayılı kararlarında bakılabilir.

Av. Halil KARAKAYA
09.01.2018
Hukuki Bilimler Derneği
Makale Rafı Projesi

Çevreci Ofis Önerileri -1

Çevreci Ofis Önerileri -1

KAĞIT TASARRUFU

Kağıt kullanımı hususunda önerilere geçmeden önce genel bir bilgilendirme yapmakta fayda var sanırım. Öncelikle 1 ton kağıt için 2 ton ağaç gerektiğini bilmek gerek. Kağıt yapım işleminde özellikle kağıt hamuru elde edilmesinde verim şu an için %50 oranında. Kağıt endüstrisinde bir ton kağıt elde etmek için başka herhangi bir sektörün bir ton ürün ortaya çıkarmak için tükettiğinden daha fazla su tüketiliyor.

Kağıt tüketimi konusunda dünyanın en önemli kar amacı gütmeyen organizasyonlarından biri olan ve bünyesinde onlarca firmayı bulunduran The Paperless Project’in yayınladığı 2017 tarihli “Kağıt Gerçekleri: Kağıt Tüketiminin Etkileri” adlı çalışmasına göre ortalama bir ofis çalışanı yılda 10.000 adet kağıt tüketmektedir. Türkiye Türkiye genelinde kağıt-karton tüketimi yıllık yaklaşık 6 milyon ton. Kişi başı tüketim ise ortalama 70 kg. civarındadır. Bu da aşağı yukarı bir kişi yıllık olarak 7 ağacı kağıt-karton olarak harcıyor manasına gelmektedir.

Bu tüketimin %45 gibi büyük bir oranı ise çöpe atılmaktadır. Söz konusu miktarları hukuk bürolarına oranladığımızda çok daha yüksek rakamlar çıkmaktadır.

Teknolojik gelişmeler her ne kadar oranın düşmesine yardımcı olmuş olsa da günümüz şartlarında değerlendirildiğinde yine de sarfiyatın yüksek olduğunu görebiliriz. Büronuzun kağıt sarfiyatını azaltmanın hem çevre açısından hem de bütçe açısından getirileri olmaktadır.

Kağıt tasarrufu konusuna değinecek olursak, ilk olarak bilinçlenmek ve bilinçlendirmekten başlamamız gerekmektedir. Bu yazımızı okuduğunuza göre bilinçlenmek isteyen bir bireysiniz. Çalışanların da kağıt kullanımı konusunda bilinçlenmesini sağlamanız gerekmektedir. Bunun için sadece 1 saatinizi ayırarak çalışanlara çevre bilinci ve kağıt tasarrufu hakkında ufak bir toplantı düzenlemeniz yeterli olacaktır. Bu toplantıdan sonra çalışanlara ileride belirteceğimiz önlemleri alma sebebinizi daha kolay benimsetebileceksiniz.

Kağıt tasarrufunun en başında bilinçli kullanıcı olmak yatmaktadır. Büronuzda hangi belgelerin yazdırılması gerekli, hangilerinin yazdırılması gerekli değil ayırt edilmesi gerekmektedir. Özellikle hukuk büroları açısından gerek UYAP sistemi, gerekse diğer bulut sistemler sayesinde artık fiziki ortam gerekliliği zaruret olmaktan çıkmış bulunmaktadır. Dosya içerisinde bulunan evraklar UYAP ortamında görülebilmekte ve indirilebilmektedir. Özellikle düzgün işleyen adliyelerde bulunan dosyalar açısından neredeyse dosya oluşturmaya gerek bırakmayacak derecede işlevseldir. Ancak günümüzde çok iyi işlemeyen UYAP nedeni ile avukatlar neredeyse tüm evrakı fiziki ortamda çıktısını almaktadır. Bu duruma alternatif olarak bulut uygulamalar kullanılabilir. Çıktı almak yerine Google Drive, Yandex Drive ve diğer bulut uygulamalar sayesinde evraklar kağıtsız ortamda güvenle saklanabilmektedir. Yine fiziki ortamdan bağımsız olarak evraklarınıza her zaman ve her yerden ulaşabilme imkanı sağlamaktadır.

Elektronik Posta hususunda da birçok büronun bu yazışmaları kağıt ortamına dönüştürdüğü tespit edilmiştir. Bu tarz uygulamalar sonucunda elde edilen çıktıların %45 ine yakın kısmı da çöpe atılmaktadır. Zorunlu dökümanlar hariç diğer yazışma içeriklerinin bulut ortamında veya posta sunucusunda saklanması gerekmektedir. Nitekim elektronik posta sunucunuzda hem ulaşımı kolay, hem de tasarruflu bir saklama imkanı elde etmiş olursunuz. Örnek vermek gerekirse bir yazışma yaptınız ve bunun çıktısını aldınız. Bu yazışmanın üzerinden belli bir süre geçti. Daha sonraki tarihlerde çıktısını aldığınız yazışmaya ulaşabilmek için en düzenli ortamda dahi en az 10 dakikanız geçecektir. İlgili yazışma klasörünü açacaksınız ve dakikalarca yazışmayı arayacaksınız. Bunu siz yapmıyor, bir personele yaptırıyorsanız yine personelin çalışma süresinden dakikalar harcanmış olacak.

Bir sonraki yazımızda diğer tasarruf konularına değineceğiz. O zamana kadar sağlıcakla kalmanız dileğiyle.

 

Av. Halil KARAKAYA
08.07.2015

İnternet Bankacılığında Çift Yönlü Tehlike

İnternet Bankacılığında Çift Yönlü Tehlike

BANKACILIKTA ÇİFT YÖNLÜ TEHLİKE – 1

Bugünkü yazımızda internet bankacılığı üzerinden işlemlerini yürüten kullanıcıların karşı karşıya kaldıkları tehlikeli bir yazılımdan bahsedeceğiz. Daha önce de bu konularda çeşitli yazılar yazmıştık. Ancak bu yazımızda son zamanlarda özellikle ülkemizde çok yaygın olarak rastlanabilecek bir zararlı yazılıma değineceğiz.

Günümüzde internet bankacılığının sıkça kullanılır olması bu alanın bazı kişilerce odak noktası olmasına neden olmuştur. İnternet bankacılığı üzerinden sıkça dolandırıcılık olayları vuku bulmuştur. Tabi buna karşın güvenlik şirketleri ve bankalar önlemlerini alma gayretlerini artırmış, bir çok güvenlik önlemi devreye sokulmuş ve halen de sokulmaya devam etmektedir. Bu güvenlik önlemlerinden bazıları kullanıcı ile birebir etkileşim halinde, bazıları ise kullanıcı farketmeden işlerini yürütmektedir. Kullanıcılarla en çok etkileşime giren güvenlik uygulamalarından birisi de şüphesiz SMS doğrulamasıdır. Banka hesabınızla veya kredi kartı harcamaları ile ilgili işlem yapmadan önce hepimizin karşısına çıkan ve artık sıradan olan güvenlik önlemidir bu. İşlem tamamlanmadan önce Cep telefonunuza banka tarafından içerisinde kod bulunan bir kısa mesaj yollanır ve bu mesajın içerisindeki kodu 3 yahut 2 dakika içerisinde girmeniz istenir. Kod girildikten sonra işlem tamamlanır. Ancak teknolojinin gelişmesi ve art niyetli yazılımcıların sayısının artması bu güvenlik önlemini devre dışı bırakacak bazı uygulamaların geliştirilmesine sebep olmuştur.

Bugünkü inceleyeceğimiz zararlının adı Hesperbot bazı kesimler bunu DefRef olarak da bilmektedir.

Zararlı yazılım en başta kişilerin e-postalarına gelen ve kurumlardan gönderilmiş gibi gözüken sahte fatura görünümündedir. Kullanıcı bu fatura içeriğini açma girişiminde bulunduğunda zararlı uygulama kişinin bilgisayarına yüklenmekte ve diğer aşamalara geçilmektedir. Diğer aşamalara geçmeden önce şunu belirtmekte yarar var, yüklenen uygulama kullanıcının internet tarayıcısına entegre edilmektedir. Bu sayede zararlı yazılım kullanıcının internet bankacılığına giriş yaptığını tespit edebilmekte ve kullanıcının girmiş olduğu şifre ile müşteri numarası, kart numarası vs. gibi bilgiler yazılımın yöneticisine veya bot ağına gönderilmektedir.

Yazımızın başında zararlı yazılımın hem telefon hem de bilgisayar olmak üzere çift yönlü olarak çalıştığına değinmiştik. Kullanıcı bilgilerinin elde edilmesinden sonra sıra telefonun ele geçirilmesi işlemine gelmektedir. Bu işlemde kullanıcıdan cep telefonu işletim sistemi ve bankacılık işlemlerinde kullanmış olduğu cep telefonu numarasının istendiği bir sayfa ile karşılaşılmaktadır. Tabi ki bu sayfa işlem yaptığınız bankanın sayfası gibi dizayn edilmekte ve kullanıcının hiçbir şeyden şüphelenmemesi sağlanmaktadır. Bu konuya değinmişken şunu da dikkate almak gerekir. İnternet bankacılığı işlemlerinde cep telefonu işletim sisteminiz ve numaranız istenmemektedir. Eğer bu tür bilgileri isteyen bir sayfayla karşılaşırsanız sizden istenen bilgileri kesinlikle vermeyin ve o bilgisayardan her hangi bir bankacılık işlemi gerçekleştirmeyin.

Gelelim istenen bilgiler doldurulduktan ve gönder tuşuna basıldıktan sonraki işlemlere, ilk olarak kullancının karşısına ikinci bir sayfa gelmekte ve yazılımı nasıl indireceğine dair talimatlar verilmektedir. Talimatları uygulayan kullanıcının cep telefonuna kısa mesaj yoluyla yazılımı indirmeye yarayan bir bağlantı gönderilerek yazılımı indirmesi sağlanmaktadır.

Kısa mesajdaki bağlantıya giren kullanıcının karşısına bu sefer bir doğrulama ekranı gelmektedir. Doğrulama ekranında “Aktivasyon Kodu” ve “Doğrulama Kodu” kısmı bulunmaktadır. Ekranda kullanıcıya bir aktivasyon kodu verilmekte, verilen aktivasyon kodunun cep telefonunda yüklenmiş bulunan yazılıma girilerek yazılım tarafından verilen doğrulama kodunun “Doğrulama Kodu” kısmına girilmesi istenmektedir. Tüm bu işlemler yapıldıktan sonra artık SMS Kodu doğrulama işlemi fiili olarak ortadan kalkmış bulunmakta ve kullanıcı yazılımın yöneticisinin insafına kalmaktadır.

Uygulamanın nasıl çalıştığına dair detaylı incelemeye haftaya devam edeceğiz. Görüşmek dileğiyle.

Av. Halil KARAKAYA
08.07.2015
Anadolu Telgraf Gazetesi



BANKACILIKTA ÇİFT YÖNLÜ TEHLİKE – 2

Geçen hafta, mobil bankacılık işlemlerinde tehlikeli boyutlara ulaşan ve büyük zararlara neden olan zararlı bir yazılımdan bahsetmiştik. Genel olarak yazılımın hem telefon hem de bilgisayarınıza nasıl sızdığını, SMS doğrulama işlemini etkisiz kılarak bankacılık işlemleri sırasında ne tür tehlikelere yol açtığını incelemiştik.

Bu hafta geçen yazımızda belirttiğimiz gibi uygulamanın nasıl çalıştığına kısaca değinecek, cihazlardandan nasıl kaldırılacağını ve alınması gereken önlemlere değineceğiz.

Öncelikle uygulamanın nasıl çalıştığına kısaca bir göz atalım. Çalışma prensibini daha iyi anlayabilmemiz için ilk olarak mobil uygulama kurulurken talep ettiği izinlere değinmekte fayda var. Bu zararlı yazılım kurulum aşamasında kullanıcıdan SMS-MMS alma, SMS gönderme, telefon rehberine erişim, telefon açma, cihaz başlatıldığında haber alma, cihazı yeniden başlatma veya kapatma, çalışan işlemleri sonlandırma ve log kayıtlarına erişim gibi izinleri talep etmektedir. Burada görüleceği gibi uygulama, cihazın hayati önem taşıyan işlemlerinde değişiklik yapmayı sağlayan izinler talep etmektedir.

Geçen haftaki yazımızda uygulama kurulumu aşamasında kullanıcı tarafından yapılması gereken bir aktivasyon prosedürünü takip ettiğinden bahsetmiştik. Kullanıcı aktivasyon işlemini tamamladıktan sonra mobil cihazın kapatılıp açılmasıyla yazılım kullanıcıdan yönetici izni talep etmektedir. Kullanıcı tarafından yönetici izni verildiği takdirde uygulama kendisini cihaz yöneticisi olarak tanımlamakta ve mobil cihazdan kaldırılamaz hale gelmektedir. Ayrıca cihaz yeniden başlatıldığında uygulama tam olarak devreye girmekte ve kullanıcının farkedemeyeceği şekilde yani arkaplanda çalışmaya başlamaktadır.

Tüm bu ilk açıklamaları yaptıktan sonra esas konularımızdan biri olan zararlı yazılımın nasıl çalıştığı konusuna değinelim. Mobil cihazdaki program SMS yoluyla yönetilmektedir. Yani programın yöneticisi (kötüniyetli şahıs) hadaf cihaza komutları içeren bir SMS göndermekte ve uygulama bu komuta göre işlem yapmaktadır. Program yöneticisi bu yolla istediği zaman uygulamayı pasif moda almakta, istediği zaman ise aktif hale getirebilmektedir. Bu sayede zararlı uygulama fazla dikkat çekmeden uzun süre mobil cihazda barınmakta ve işlevini görebilmektedir.

Uygulamanın kullanıcı açısından nasıl çalıştığına bakacak olursak; genel olarak hedef mobil cihaza gelen tüm SMS ler önce program yöneticisine gönderilmekte, daha sonra ise telefonda gözükmektedir. Bu yolla banka tarafından gönderilmiş olan SMS doğrulama kodu önce zararlı yazılım sahibine gitmekte, daha sonra ise hedef kullanıcıya gösterilmektedir. Kısaca SMS doğrulama kodunu önce saldırgan görerek sizin hesabınıza giriş fırsatını ele geçirmiş bulunmaktadır.

Ayrıca telefon üzerindeki tüm yetkileri ele geçiren saldırgan, hedef mobil cihaz üzerinden istediği numaraya SMS gönderebilmektedir. Bu yolla da yüksek meblağlı servislere abone olma ve üçüncü şahıslara da SMS gönderebilmektedir. Tabii ki bu da hedef mobil cihaz sahibinin faturasının kabarık olmasına sebep olmaktadır.

Bunlara ek olarak zararlı uygulama yöneticisi istediği anda hedef cihaza göndereceği bir SMS ile yazılımı cihazdan kaldırabilmekte ve arkasında iz bırakmadan işlemini sonlandırabilmektedir.

Gelelim son aşamaya yani programın cihazlardan kaldırılması işlemine;

ilk olarak zararlı uygulamanın mobil cihazdan nasıl kaldırılacağını genel hatlarıyla anlatmaya çalışacağız. Yukarıda zararlı yazılımın gerekli aktivasyon işleminin tamamlandıktan sonra ve izinleri elde ettikten sonra cihaz yöneticisi haline geliğini ve cihazdan kaldırılamaz hale geldiğini belirtmiştik. Bu engeli aşmak için zararlı yazılımı yönetici olmaktan çıkarmanız gerek. Bunun için telefonunuzun ayarlar kısmından Genel sekmesini açın ve Güvenlik kısmına girin. Burada “Cihaz Yöneticileri” kısmına girin. Bu kısımda şüpheli gördüğünüz uygulamanın yanındaki “tik” işaretini kaldırın. Hangi uygulamanın zararlı yazılıma ait olduğunu kestirebilmek için bankacılık uygulamalarının hiçbirinin yönetici izni talep etmediğini bilmenizde fayda var. Yönetici izni kaldırıldıktan sonra artık zararlı yazılım cihazınıdan silinebilir hale gelecektir.

AYönetici izni olmayan zararlı yazılımı kaldırabilmek için ise cihazın işletim sistemi ve sürümüne bağlı olarak standart uygulama kaldırma prosedürünü takip etmeniz yeterli olacaktır. En son Android sürümüne göre tarif edecek olursak, “Ayarlar” Kısmından “Genel” Sekmesi açıldıktan sonra “Uygulamalar” kısmına girilerek yönetici şifresini kaldırmış olduğunuz programı (programın genellikle adı Cepwap olarak geçmekte) seçerek “kaldır”a basıtığınızda zararlı yazılım mobil cihazdan kaldırılmış olacaktır.

Zararlı yazılımın bilgisayar ayağı biraz daha karmaşık ve teknik olduğundan bir uzmana danışmanızda fayda var. Aksi halde burada ne kadar tarif etsek de sisteme zarar verme olasılığı bulunmaktadır. Çünkü bu yazılımı saptamak ve kaldırmak sistem dosyalarına müdahaleyi gerektiren bir işlemdir.

Son olarak bu zararlı yazılıma karşı alınabilecek önlemlere değinmek faydalı olacaktır. Bilindiği gibi bir zararın oluşmasını engellemek zararı telafi etmekten daha kolay ve düşük maliyetlidir. İlk tavsiyemiz, gelen e-postaları açmak konusunda titiz olun. Kaynağını bilmediğiniz e-postaları açmaktan kaçının. Özellikle söz konsuu e-posta size bir uygulama yüklemeniz gerektiğini söylüyorsa ve gönderende en ufak bir şüpheniz bulunuyorsa e-posta üzerindeki hiçbir yeri tıklamadan postayı silin. Zararlı uygulamaların mobil ayağına geldiğimizde kurmak istediğinzi uygulamanın sizden ne tür izinler istediğine dikkat edin. Özellikle cihaz yöneticiliği izni isteyen uygulamalara çok dikkat edilmelidir. Ayrıca mobil cihaza dışarıdan (Google Play Store) dışında bir uygulama yüklemek daima büyük risk almaktır. Bu arada Play Store’da da bazı uygulamaların tehlikeli olduğunu ve Play Store’a da fazla itimat edilemeyeceğini bilmekte fayda var.

Mobil cihazlar hayatımızda büyük yer kaplamaktadır. Aşağı yukarı her türlü işlemimizi bu cihazlar üzerinden yapmaktayız. Dolayısıyla mobil cihaz güvenliğine de önem vermek gerek. Aksi taktirde büyük ve geri dönülemez kayıplar yaşama olasılığınız var.

Av. Halil KARAKAYA
15.07.2015
Anadolu Telgraf Gazetesi

Sosyal Medyadan Cebinize

Sosyal Medyadan Cebinize

SOSYAL MEDYADAN CEBİNİZE -1

Genel ismiyle sosyal medya olarak adlandırdığımız facebook, twitter gibi uygulamaların artmasıyla bu alan da bazı kötü niyetli kişilerin ilgisini çekmeye başladı. Özellikle herhangi bir yolla e-posta veya sosyal medya hesabı ele geçirilerek kişinin banka hesabına ulaşılan bu işlemleri kısaca anlatmaya ve alınması gereken önlemleri ifade etmeye çalışacağım.

İlk olarak sosyal medya hesabının hangi yollarla başkaları tarafından ele geçirilebileceğini ve korunma yöntemlerini açıklamakta fayda var.

İlk yöntemimiz bir çok elektronik alanda da kullanılan şifre kombinasyon deneme yazılımları ile şifre kırmaktır. Bu tarz programların çalışma prensibi gayet basittir. Adından da anlaşılacağı üzere bu tür programlar, sizin belirleyeceğiniz kriterlere göre olası tüm kombinasyonları denerler. Mesela 5 haneli ve sayılardan oluşan bir kriter belirlediğinizde program sırasıyla beş haneden oluşan rakamsal kombinasyonlar olan 00001,00010,00100 gibi tüm sayıları dener. Tabi ki bu deneme bizim el yordamıyla yaptığımız gibi değil, daha hızlı bir şekilde olur.

Gelelim bu usule karşı ne gibi önlemler alabileceğimize. İlk olarak ve en temel önlem, şifrenizin kombinasyon yelpazesini genişletmektir. Yani şifrenizi sadece rakamlardan oluşturmak yerine büyük ve küçük harf, noktalama işaretleri de kullanmalısınız. Ayrıca şifrenizin basamak sayısını da artırmalısınız. Mesela bu yöntemle 6-8 haneli şifreler, 4 haneli şifrelere göre daha zor kırılmaktadırlar.

Diğer bir hesap ele geçirme yöntemi de farklı sitelere girişlerde facebook üzerinden giriş sağlamaktır. Çoğu üyelik sistemine sahip olan sitede kaydol seçeneğinin yanında “facebook ile Bağlan” veya “G+ ile bağlan” gibi seçenekler bulunmaktadır. Kullanıcılar özellikle kaydolma işlemleri ile uğraşmamak, vakit kaybetmemek amacıyla bu giriş yöntemlerine başvurmaktadırlar. Ancak bazı kötü niyetli şahıslar bu “fırsatı” hemen değerlendirmişler ve bir yöntem geliştirmişlerdir. Kullanıcı sosyal medya aracılığıyla girme seçeneğine başvurduğunda bazı siteler sahte sosyal medya sitesine yönlendirmektedir. Az-çok web tasarımıyla ilgili kişiler çok rahatlıkla sahte bir sosyal paylaşım sitesi oluşturabilmektedir. Hiçbir şeyden habersiz olan, kullanıcı hesabına girmek amacıyla kullanıcı adını ve şifresini sahte site arayüzüne girmekte ve hesap bilgilerini kendi eliyle kötü niyetli şahıslara vermektedir. Bundan sonrası kötü niyetli kişiler için çok kolaydır. Olan bitenden habersiz kullanıcıyı ise bu alanda zorlu günler beklemektedir. Çünkü tüm bilgileri karşı tarafa çoktan geçmiştir.

Bu yöntemden kaçınmak ise aslında çok kolaydır. Güvenmediği sitelere farklı bilgiler vererek kaydolmalı ve siteye girişi asla sosyal paylaşım sitesi üzerinden yapmamalıdırlar.

Bir diğer hesap ele geçirme yöntemi ise aslında sizin güvenliğiniz için konulmuş bir önlemden kaynaklanmaktadır. Güvenlik sorusu özelliğinden bahsediyoruz. Aslında güvenlik sorusu özelliğinin amacı kullanıcı şifreyi unuttuğundan şifre kurtarma sisteminden güvenle yararlanmasıdır. Yani şifrenizi kurtarmak için sadece sizin bildiğiniz kişisel veya başka bir bilgiye cevap vermenizin istenmesidir. Ancak burada şöyle bir tehlike oluşmaktadır ki, orada sormuş olduğunuz sorunun cevabı gerçek bir bilgiye dayanıyorsa sizi az çok tanıyan bir kişi de bu soruyu rahatlıkla cevaplayacak ve şifreniz bu kişinin eline geçecektir. Mesela evcil hayvanınız var ve güvenlik sorusu olarak “Evcil hayvanımın ismi nedir?” sorusunu atadınız. Hayvanınızın adı da boncuk olsun. Eğer cevap olarak boncuk yazmışsanız çevrenizdekiler veya sizin hakkınızda bilgisi olan bir kişinin ilk gireceği cevap bu olur. Ancak alakasız bir cevap yazarsanız sorunuzun cevabının tahmin edilme ve kırılma olasılığı düşecektir. Örneğin hayvanınızın adı sorusuna cevaben sevdiğiniz bir kitabın adını cevap olarak atadınız. Bu durumda “evcil havanınızın adı” sorusunun cevabının kırılma olasılığı güçleşecektir. Bir sonraki hafta kaldığımız yerden devam edeceğiz. Ayrıca esas konumuz olan cüzdanınız ile sosyal paylaşım siteleri arasındaki bağlantıya değineceğiz.

Av. Halil KARAKAYA
17.06.2015
Anadolu Telgraf Gazetesi



SOSYAL MEDYADAN CEBİNİZE – 2

Geçen haftaki yazımızda kötüniyetli kişilerin sosyal paylaşım siteleri üzerindeki hesaplara kanunsuz yoldan nasıl ulaştıkları üzerinde durmuştuk. Bu yazımızda artık hesaplara erişim konusunu bitirip esas mevzumuz olan kötüniyetli kişilerin sosyal paylaşım sitelerindeki bilgiler kullanılarak banka hesaplarına nasıl ulaştıkları ve bu konuda hangi önlemleri almanız gerektiği üzerinde duracağız.

Bu kısımda da önceki hafta bir kısmına değinmiş olduğumuz şifre kurtarma seçeneklerinde yer alan bir özelliğe değineceğiz. Facebook gibi bir takım sistemler, şifre kurtarma seçeneklerinde doğrulama amaçlı olarak sizin bilgilerinizden bazılarını soru olarak sorması. Eğer arkadaş listeniz veya benzeri içerikteki bilgileriniz “Herkese Açık” konumundaysa şifrenizi elde etmek isteyen şahıs soruları kolaylıkla cevaplayacaktır. Bu durumu engellemek için ise arkadaş listenizi ve belli başlı önemli bilgilerinizi herkese açık statüsünde bırakmayın.

Sosyal paylaşım sitelerinde güvenliğinizi sağlamak amacıyla son olarak iki hususa değineceğiz. Bunlardan ilki, güvenmediğiniz bilgisayar veya akıllı cihazlardan giriş yaparken “Beni Hatırla” seçeneğini seçmemeniz veya seçiliyse kaldırmanızdır. Beni Hatırla seçeneği aslında kişilerin sistem girişini kolaylaştırmaktır. Bu seçenek işaretli olduğunda site ilgili cihazdan giriş yaptığnızda bir daha size giriş bilgilerini sormayacak, doğrudan hesabınıza giriş yapacaktır. Bu da, cihazdan giriş yapan şahısların hesabınıza kolayca girip farklı işlemler yapabilmesi olanağını sağlar.

İkinci ve son husus ise güvenmediğiniz e-postaları açmamanızdır. Siz e-postayı açtığınızda gönderen kötü niyetli şahıs sizin bilgisayarınıza bir virüs dosyası yüklemiş olur. Genelde bu tarz virüs içerikli programlar arkaplanda çalıştığı için siz farkına dahi varmadan sisteminiz bir korsan tarafından ele geçirilmiştir. Sizin yaptığınız her türlü faaliyet karsana rapor olarak iletilir. Bu yolla hangi sitede neler yaptığınız, hangi tuşlara bastığınız, fare imlecini nerelere götürdüğünüze kadar herşey karşı tarafın eline ulaşmış olur.

Gelelim sosyal paylaşım siteleriyle cüzdanınız arasındaki ilişkiye.

İlk olarak sizin hesabınızı ele geçiren kişiler, sizin adınızı kullanarak arkadaşlarınızdan borç istemektedirler. Bu borç isteme genellikle bir hesaba havale, EFT yoluyla veya kontör isteme gibi çok çeşitli yollarla gerçekleşmektedir. Bunun yanıda Kredi/bankomat kartı numarası, son kullanma tarihi, cvv/cvv2 kodu istemekte ve bu bilgileri sanal harcama yapmak için kullanmaktadırlar. Ayrıca sosyal paylaşım sitelerinde paylaştığınız (kendinize özel olsun veya arkadaşlarınızla olsun) ve bankacılık hizmetlerinde kullanılmakta olan bazı bilgileriniz ele geçirilerek hesabınız boşaltılabilmektedir.

Gelelim bunlara karşı alınabilecek önlemlere. Öncelikle, bankalar sizden kesinlikle bankamatik veya kredi kartı şifrenizi veya internet bankacılığı şifrenizi istemezler. Eğer herhangi bir banka adına gözüken hesaplardan böyle bir talep almışsanız kesinlikle dikkate almayın.

Doğum yeri, doğum tarihi, anne baba adı, TC kimlik numarası, kredi kartı numarası, cep telefonu gibi detayları sosyal medya profilinizden paylaşmayın. Çünkü bu bilgiler sizin bankacılık işlemlerinizde kullanılmaktadırlar ve şifrenizin kötü niyetli şahısların eline geçmesini kolaylaştırıcı bilgilerdir.

Sosyal medya araçlarında (Facebook, Twitter vb.) her uygulamaya izin vermeyin. İzin vereceğiniz zaman onay tuşuna basmadan önce uygulamanın ne tür yetkilere sahip olacağını okuyun. Şüpheli gelen bir durum varsa uygulamayı profilinize yüklemeyin. Şahıslar sahte uygulamalar yoluyla sizin bilgilerinizi ele geçirip sizi, aleyhinize durumlar oluşturabilecek pozisyonlara sokabilirler.

Bir diğer önemli husus, hangi internet bağlantısına tıkladığınıza dikkat edin. Mesaj yakın arkadaşınızdan bile gelse içeriğine iyice bakınız. Çünkü arkadaşınızın hesabına da virüs bulaşmış olabilir.

Adres veya arkadaş listeniz arasında dayınız veya evlenmemiş yahut kocasının soyadını almamış teyzeniz varsa onunla ailevi yakınlığınızı belirtmemeye dikkat edin. Aksi takdirde annenizin kızlık soyadını takipçilerinize ilan etmiş olursunuz. Anne kızlık soyadının birçok kurum tarafından güvenlik sorusu olarak kullanıldığını düşündüğümüzde bu kullanıcılara çok ciddi riskler getirebilir.

Gerçek olamayacak kadar iyi mesajlara dikkat ediniz. Yüksek miktarda para kazandınız, çekiliş size çıktı gibi mesajlar bir dolandırıcılık yöntemi olabilir. Bu kişilere şahsi bilgilerinizi vermeyin. Ödülü almanız için kargo parasını ödemeniz gerekiyor gibi mesajlara karşı çok dikkatli olun.

Yukarıda verilen bilgileri genel olarak değerlendirdiğinizde aslında bankanızın boşaltılmasını veya herhangi bir dolandırıcılığa yakalanmak istemiyorsanız kişisel bilgilerinizin açığa çıkmasını engellemeniz gerektiği ortaya çıkmaktadır.

En ufak bir bilgi krıntısı ile kötü niyetli kişilerin sizleri ne hallere sokabileceğini bilmeniz gerekir. Bu yüzden günümüzde artık yediği öğünü bile paylaşan bireylerin dolandırıcıların avı haline gelidğini bilmelisiniz. Ve Sosyal paylaşım sitelerinde paylaştığınız bilgileri yeniden gözden geçirmeniz sizler için faydalı olacaktır. Bu önlemler sayesinde bir nebze olsun güvende kalabilirsiniz.

Av. Halil KARAKAYA
24.06.2015
Anadolu Telgraf Gazetesi

Dinleme

Dinleme

Günlük hayatımıza baktığımızda sürekli tatbik ettiğimiz bir faaliyet olan iletişim konusunu ele alacağız bu yazımızda. İletişim, sözlük anlamı olarak; iletilen bilginin hem gönderici hem de alıcı tarafından anlaşıldığı ortamda, bilginin bir göndericiden bir alıcıya aktarılma sürecidir. Bu tanım değerlendirildiğinde, iletişimi sadece konuşmak olarak algılamanın yanlış olacağı anlaşılmaktadır. İletişim sözlü olabileceği gibi sözsüz olarak da gerçekleşebilmektedir.

Bu kısa izahattan sonra iletişimin temel özelliklerine bakalım: Öncelikle, iletişimde kullanılan sembollere, alıcı ve kaynak farklı anlamlar verebilir. İkinci olarak, iletişim, sözle, kelimelerle ve beden diliyle gerçekleşebilir. İletişim, aynı zamanda geri bildirime gereksinim duyan çift yönlü eylemdir. Bunların yanında bilinçli ya da bilinçsiz olarak gerçekleşebilir. Son olarak iletişim, ortamdan etkilenir. Gergin ortamlarda kurulan iletişimle rahat ortamlarda kurulan iletişim arasında büyük farklılıklar vardır.

İletişim denildiğinde her ne kadar insanın aklına ilk olarak konuşma gelse de aslında iletişimin temeli dinlemedir. Bunun nedeni de aslında iletişimin temelinde yatan unsur olan “anlama”dır. Eğer taraflar birbirlerini anlamazlarsa iletişim kurulamaz. Anlamak için ise dinlemek gerek. Dinlemek, yalnız işitmek, kulak ile duymak değildir. İşitilen şeyleri algılamak, anlamak ve kavramak, aynı zamanda bellemek ve öğrenmek çabasında olmak demektir. Gerçek dinleme ancak, söylenenlere dikkatimizi tam vermemiz ve onları anlamamız sonucunda gerçekleşir. Bu suretle gerçekleşen “gerçek bir dinleme” yakın çevremizdeki arkadaşlarımızı, aile üyelerini anlamamızı, neler hissettiklerini öğrenmemizi, onları ve ilişkilerimizi daha iyi değerlendirmemizi sağlayacaktır.

Dinleme konusunu daha iyi anlayabilmek için dinleme türlerini irdelememizde fayda olduğu kanaatindeyim.

İlk dinleme türümüz görünüşte dinlemedir. Bu dinleme türüne dinliyormuş gibi yapmak diyebiliriz. Bazı durumlarda konuşurken karşınızdaki kişinin size dikkatle baktığını görürsünüz. Siz kendisine bir şey sorduğunuzda veya geri dönüş almak istediğinizde cevap alamazsınız. Bu türdeki iletişimde karşınızdaki kişi size ne kadar dikkatle bakarsa baksın düşüncesi başka bir yerdedir.

İkinci dinleme türümüz seçerek dinlemedir. Bu durum aslında algıda seçicilikle ilgilidir. Bu dinleyiciler konuşmada sadece kendileri ile ilgili olan kısımları duyarlar. Diğer anlatılanlara kulak tıkarlar.

Bir diğer dinleme türü savunucu dinlemedir. Bu tür dinleyiciler sürekli savunma durumundadırlar. Yapılan her tür konuşmayı kendilerine yönelik bir saldırı gibi algılarlar ve sürekli kendilerinin aslında öyle olmadıklarını, öyle düşünmediklerini ispatlamak gibi bir uğraşı içindedirler. Konuşmaları genellikle kendilerine dönüktür.

Dördüncü dinleme türü, tuzak kurucu dinlemedir. Bu dinleyicilerin daha önceden yapılmış planları vardır. Konuşmacıyı ustaca tasarlanmış sorularla tuzağa çekerler. Konuşma sonunda söz alıp konuşmacının açıklarını ilk söyleyenler bunlardır.

Diğer dinleme türü, yüzeysel dinlemedir. Yüzeysel dinleyici konuşmanın ayrıntılarına dikkat etmez, genel konu ve içerik hakkında bilgi sahibi olmak onun için yeterlidir.

Son iki dinleme türümüz ise edilgin dinleme ve etkin dinlemedir. Edilgin dinlemede dinleyici söylenen her şeyi dinler ama tamamen pasiftir, konuşmaya herhangi bir katkı sunmaz, eleştiri getirmez, sadece dinler. Konuşmacıda dinlenmiyormuş izlenimi yaratır. Etkin dinlemede ise dinleyici sadece konuşmacının konuşmasına dikkat etmez. Bunların yanında beden hareketleri, ortamın durumu gibi birçok faktörü değerlendirir. Konuşmacıya katkı sağlayacak sorular sorarak etkileşimli bir dineleme içerisindedir.

Halil KARAKAYA
14.04.2015
Anadolu Telgraf Gazetesi

Orman Kanunu Çerçevesinde Anız Yakma Suçu

Orman Kanunu Çerçevesinde Anız Yakma Suçu

Bugünkü yazımızda 6831 sayılı orman kanunu 76. Maddesinin d bendinde düzenlenmiş olan anız yakmak suçunu irdeleyeceğiz.

Öncelikle anız nedir ve neden yakılır hususlarına değinmekte fayda vardır. Anız, tarımsal üretim sonucunda biçilmiş olan ekinlerin toprakta kalan kök ve saplarına verilen isimdir. Çiftçilerimiz daha iyi tohum yatağı hazırlamak, yabancı ot ve haşereleri yok etmek, hasat sonrası, hızlı şekilde diğer bir ürünün ekimine geçmek ve arazide mibzerin gözlerinin anız sapları ile tıkanmadan istenilen bir şekilde ekim yapması için anız yakmaktadırlar. Anız yakmak birçok yönden zararlı olduğu için hukuk sistemimiz bu konuda önlem almak maksadıyla çeşitli düzenlemeler getirmiştir. Bunlardan biri Çevre Kanununda düzenlenmiş, diğeri ise yazımızda esas olarak değineceğimiz Orman kanununda düzenlenmiştir.

Orman kanununa geçmeden önce, anız yakmak Çevre Kanunu ek-1. Maddede de düzenlenmiştir. Çevre kanununda düzenlenmiş olan anız yakmak, idari para cezası ile cezalandırılırken Orman kanunu çerçevesinde inceleyeceğimiz anız yakmak suçu hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Çevre Kanunu ek madde 1, toprağın korunması ve kirliliğin önlenmesini düzenlemektedir. Bu maddeye göre “Anız yakılması, çayır ve meraların tahribi ve erozyona sebebiyet verecek her türlü faaliyet yasaktır.” Ek madde 1 e aykırı davranış hususu ise yine Çevre Kanunu 20. Maddede “ Bu Kanunun ek 1 inci maddesinin (c) bendine aykırı olarak anız yakanlara her dekar için 20 Türk Lirası idarî para cezası verilir. Anız yakma fiilinin orman ve sulak alanlara bitişik yerler ile meskûn mahallerde işlenmesi durumunda ceza beş kat artırılır.” denmek suretiyle cezai şart öngörülmüştür.

Orman Kanununun 76. Maddesinin d bendinde “Ormanlara dört kilometre mesafede veya bu Kanunun 31 inci ve 32 nci maddeleri kapsamına giren köyler hudutları içinde anız veya benzeri bitki örtüsü yakmak yasaktır.” İbaresi geçmektedir. Bu bendi incelediğimizde ilk olarak ormanın tanımına bakmamız gerekmektedir.

Yine aynı kanunun 1. Maddesi “Tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır” demekle ormanın tanımını yapmış, ancak devam eden 11 bentte nelerin orman kapsamına girmeyeceği sayılmıştır. Bu bentler asıl konumuzu oluşturmadığından üzerinde durmayacağız. Orman sayılmayacak yerlere örnek verecek olursak; sazlıklar, parklar, her çeşit dikenlikler, orman sınırları dışında olup, yüzölçümü üç hektarı aşmayan sahipli arazideki her nevi ağaç ve ağaççıklarla örtülü yerler vs.

Gelelim bu suçun oluşması için gerekli olan ikinci şarta. Anız veya benzer bitki örtüsü yakma eylemi ormanlara dört kilometre veya daha yakın mesafede olmalıdır. Veya Orman kanunu madde 31 ve 32. Maddelerde belirtilen köylerin hudutları içerisinde gerçekleştirilen bir yakma fiili olmalıdır.

6831 Sayılı Orman Kanunu 31. maddede “mülki hudutları içerisinde verimli devlet ormanları bulunan köyler” ve 32. maddede “Mülki hudutları içerisinde verimsiz devlet ormanı bulunan köyler” ibareleri yer almaktadır. Hukuki açıdan verimli devlet ormanı ve verimsiz devlet ormanı tanımları 6831 Sayılı Orman Kanununun 31, 32 Ve 33’Ncü Maddelerinin Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin tanımlar başlıklı 3. Maddesinde belirtilmektedir. Buna göre verimli devlet ormanı, Amenajman planlarında eta verilmiş olan Devlet ormanıdır. Verimsiz devlet ormanı ise Amenajman planlarında eta verilmemiş olan Devlet ormanıdır. Amenajman tanımına bakacak olursak; Orman Amenajman Yönetmeliğinin 3. Maddesi 1. Fıkrası b bendinde “Bir orman işletmesini veya onun ayrıldığı alt işletme ünitelerini tespit edilen amaçlara göre planlayan ve planın uygulanmasını izleyen bir ormancılık bilim dalını ifade eder” ibaresi yer almaktadır. Eta tanımı ise genel olarak her yıl aynı miktarda alınması kararlaştırılan ağaç serveti olarak ifade edilebilir.

Orman kanunu 76. Maddesinin son cümlesinde geçen “… benzer bitki örtüsü…” ibaresi içerisine çalı-çırpı gibi unsurlar da dahil edilebilir.

Son olarak 6831 sayılı Orman kanunu kapsamında 76. Maddenin d bendine aykırılık hallerinde öngörülen cezai şarta değineceğiz. Aynı kanunun 110. Maddesinin ikinci fıkrasında “76 ncı maddenin (b), (c) ve (d) bentlerinde belirtilen fiilleri işleyenler hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve adlî para cezasına hükmolunur.” Denmektedir. Burada da görüleceği üzere bu suçu işleyenlerin cezası kanun koyucu tarafından üst seviyede tutulmuştur.

Halil KARAKAYA
07.04.2015
Anadolu Telgraf Gazetesi

Alışkanlık Haline Getirilmiş Trafik Kuralı İhlalleri

Alışkanlık Haline Getirilmiş Trafik Kuralı İhlalleri

ALIŞKANLIK HALİNE GETİRİLMİŞ TRAFİK KURALI İHLALLERİ – 1

Bugünkü yazımın konusu başlıktan da anlaşılacağı üzere trafik kuralı ihlalleri. Bu ihlallerin bir kısmı bilmemekten, bir kısmı üşengeçlikten bir kısmı ise yanlış bilmekten kaynaklanıyor. Tabi ki bunun en büyük nedeni trafik eğitimimizin gelişigüzel olması. Gerçi son zamanlarda bu konu üzerinde daha ciddi durulmaya başlandı. Başlandı başlanmasına ancak bu aşamaya gelene kadar binlerce kayıp verdik. Binlerce can kaybı, milyonlarca liralık maddi hasar…

Bir düşünün şimdiye kadar dünya üzerinde savaşlarda ne kadar kayıp verildi? Trafik kazalarında ne kadar kayıp verildi? Aslında cevabı öğrendiğinizde trafik kazalarında oluşan can kaybı hiç de azımsanmayacak miktardadır. Yukarıdaki sorunun cevabından şöyle bir çıkarım yapabiliriz; insanoğlunun şimdiye kadar yaptığı en etkili ve en fazla can kaybına yol açan silah otomobillerdir.

Ancak Genel olarak bir tanımlama yapılacak olursa bilişim suçu, verilere karşı ve/veya veri işleme bağlantısı olan sistemlere karşı bilişim sistemleri aracılığıyla işlenen suçlardır diyebiliriz.

Neyse gelelim esas konuya, Konya’da trafiğe çıktığınızda şöyle bir dikkat ettiğinizde ihlaller yumağında boğulup kalırsınız. Aslında bu durum sadece Konya’da olmuyor Türkiye’nin bütün şehirleri hemen hemen aynı durumda. En bariz ve en önemli kurallar dahi ihlal edilmekte. Üstelik bu bir alışkanlık haline gelmiş durumda. O ihlallerin bazılarını sıralamaya başlayalım o zaman.

İlk olarak sinyal hususuna değineceğim. Ne yazık ki trafikte birçok şoförün sinyal hususunda kara cahil olduğunu fark ettim. Üstelik bu insanlar ‘usta şoför’ olduklarını iddia ediyorlar. Kusura bakılmasın ama sinyal gibi basit bir hususu bile bilemeyecek kadar cahil olanların ustalık kriterlerinin çok düşük seviyede olduğunu düşünüyorum. Daha ehliyet kursunda bile ilk gösterilenlerden biri sinyallerdir. Yani daha şoför sıfatını haiz olmayan ‘şoför adaylarının’ bile bildiği bir hususu uygulamayan kişilerin ben şoförüm diye gezinmesi çok abes.

Evet, eleştirimizi de yaptıktan sonra gelelim sinyalin ne işe yaradığına ve nasıl kullanıldığına. Araçlardaki sinyallerin kullanım amacı aracın döneceği yönü önceden haber vererek arkadaki sürücüyü uyarmaktır. Aslında bu durum sadece arkadaki sürücüler için değil, önden ve yandan gelen sürücüler ve yayalar için de geçerlidir. Bu uyarının amacı, arkadaki sürücünün sizin ileride döneceğiniz yöne göre kendisini hazırlayarak trafikte tehlikeli durumların ortaya çıkmasını engellemektir. Aslında amaç burada herhangi bir kaza olmasını önleyerek can ve mal kaybının yaşanmamasının sağlanmasıdır.

Peki nasıl kullanılıyor bu sinyal? Cevabı aslında çok basit, direksiyonun yanındaki (genellikle solda olmaktadır. !) kolun yukarı veya aşağıya doğru itilmesiyle sinyal çalışmaya başlar. Döneceğiniz yöne göre bu kolu indirir veya kaldırırsınız. Bu kol, araçlarda ön, arkada ve yanda bulunan sinyal lambalarını devreye sokar. Bu lambalar genellikle rahat görülmesi için köşelerde olur. Tabi model ve tasarıma göre değişiklik gösterebilir. Sinyal lambalarının en belirgin özelliği sık aralıklarla yanıp sönme eylemini gerçekleştirmesidir.

Sinyal olayını bu kadar anlattık. Bu yazı birçok kişi için abes olarak görülebilir. Ancak o kadar uyarıya, kazaya rağmen hala bu kadar basit ve önemli bir kurala uyulmamakta ısrar edilmesi ne yazık ki beni böyle bir yazı kaleme almaya mecbur etti.

Gelelim bu sinyal denen olayın şoförlerce kullanılmama sebeplerine. Öncelikle tembellik. Evet, birçok şoför bunu kullanmayı bilmekte. Ancak o kadar üşengeç olmuşuz ki, direksiyona adeta birleşik olan o kolu itmekte güçlük çekiyoruz. Hâlbuki bu eylem bir saniyemizi bile almaz. Hatta belli bir süreden sonra alışkanlık haline gelir. Siz farkına varmasanız dahi sinyali yakarsınız. İkinci sebep umursamazlık. Arkadan gelen veya yandan gelen şoför ne yaparsa yapsın düşüncesine sahip, sadece kendini düşünen kişilerce yapılan bir ihmal. Gündelik trafik yaşantımızda, bu ihmalin bir kazaya yol açması halinde umursamazlığın olumsuz sonuçlarını muhataba yıkma tarzındaki reflektif tavra da sık sık rastlamaktayız. Üçüncü olarak ise bilmemezlik veya cehaleti neden olarak gösterebiliriz. Siz yine de bir düşünün sinyal gibi ufak bir ihlalin acı sonuçlarıyla karşılaşmamak için tüm tedbirleri alın ve sinyal kullanın.

Aslında sinyal hususu hakkında daha fazla yazı da yazılabilir. Ancak bu kadarı şimdilik yeter herhalde. İlerleyen haftalarda diğer ihlallere değineceğiz. Şimdiden hayırlı ve güvenli sürüşler diliyorum.

Halil KARAKAYA
17.02.2013
Anadolu Telgraf Gazetesi



ALIŞKANLIK HALİNE GETİRİLMİŞ TRAFİK KURALI İHLALLERİ – 2

Önceki yazımızda şoförlerin dönüşlerde sinyal kullanımının çok nadir görülmesi, sinyal kullanmama nedenlerinin bazıları ve sinyalin nasıl kullanılacağı konularına değinmiştik. Bu yazımızda yine ülkemizde birçok araç sürücüsünün bilmediği bir kural olan dönel kavşaklarda geçiş önceliğine değineceğiz.

Dönel kavşakları açıklamakla işe başlamadan kavşak terimine bir açıklık getirelim. Kavşak, farklı istikametlerdeki yolların birbiri ile aynı düzlemde kesiştiği, farklı yönlerden gelen araçların emniyetle birbirlerinin güzergâhlarından geçtiği veya yön değiştirdiği noktadır. Kanundaki tanıma bakacak olursak; 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununun ‘Tanımlar’ başlığı altındaki 3. Maddesine göre kavşak, İki veya daha fazla karayolunun kesişmesi veya birleşmesi ile oluşan ortak alandır.

İlk olarak geçiş üstünlüğü konusuna değinmek isterim. Birçok sürücünün zannettiğinin aksine dönel kavşaklarda geçiş üstünlüğü kavşak içerisindeki araçlara aittir. Yani göbeğe girmiş olan geçiş önceliğine sahiptir. Ne yazık ki konuştuğum ehliyete sahip birçok şoför arkadaş bu kuralı bilmemekte ve göbeğe girmiş olan araca yol vermemektedir. Karayolları Trafik Kanunu 57. Maddesine göre Dönel kavşağa gelen sürücüler dönel kavşak içindeki araçlara geçiş hakkını vermek zorundadır. Geçiş hakkının verilmesi hususunun amacı trafiğin rahat akması, tıkanmamasıdır. Eğer göbek içerisindeki araçlara yol verilmezse burada belli süre sonra birikme olacak ve bu birikme diğer şeritlerin de kapanmasına yol açacaktır. Aslında Konya’da bunu sık sık yaşıyoruz. Birçok göbekte trafik lambası mevcuttur. Bazen (aslında sıklıkla) trafik ışığı sarıdan kırmızıya geçerken sürücüler hızlanıp göbeğe girme telaşına kapılırlar. Tabi ki göbeğe girdiklerinde göbekteki ışık kırmızı olmuştur ve sürücüler göbeğin içerisinde dururlar. Trafiğin âdeten yoğun olduğu belli saatlerde, bu olay öyle bir hal alır ki, göbekte bekleyen araçlar, sağa veya sola dönen diğer araçların geçmesine mani olacak bir kuyruğun oluşmasına yol açarlar. Tabi bu durumda kendilerine yeşil ışık yanmış bulunan araçlar da geçemez ve orada kısa süreli de olsa bir sıkışma yaşanır. Amaç bunun yaşanmamasıdır. Sonuçta dönel kavşaklar, normal kavşakların daha güvenli olması ve trafiğin seri olarak akmasını sağlamak için yapılmıştır.

Aslında trafiğin kavşaklarda sıkışması hususunda yine Karayolları Trafik Kanununda bir madde bulunmaktadır. Bu maddeyi yorumsuz olarak eklemek isterim. Karayolları Trafik Kanunu Madde 57 fıkra 1 bent d : “(Ek: 21/5/1997 – 4262/4 md.) Işıklı trafik işaretleri izin verse bile trafik akımı; kendisini kavşak içinde durmaya zorlayacak veya diğer doğrultudaki trafiğin geçişine engel olacak ise, sürücülerin kavşağa girmeleri yasaktır.”

Gelelim dönel kavşak içinde uyulacak kurallara. Aslında Karayolları Trafik Kanununda daha fazla sayılmakla birlikte ben sadece birkaç kurala değineceğim.

İlk kuralımız Karayolları Trafik Kanunu 53. Maddesi 1. Fıkrasının c bendine göre ‘dönüş işareti (yani araçlarda sinyal) vermek. Eğer göbekte sağa veya sola dönülecekse sağ veya sol sinyal verilmelidir.

İkinci kural, yine aynı kanun ve bende göre ‘Hız azaltma’. Ne yazık ki; bu kurala aykırılık dolayısıyla birçok maddi sonuçlu ve/veya can kaybına yol açan kaza gerçekleşse da, söz konusu kural sürücüler tarafından inatla uyulmayan kurallar arasındadır. Aslında tehlike açıkça ortadadır. Ama şoförlerimiz, karşıdaki durur nasıl olsa düşüncesiyle hız kesmeden devam etmektedir. Trafikte seyir halindeyken, karşı taraftaki sürücünün psikolojik-insani birtakım olumsuzluklar(dikkat dağınıklığı, başka birşeyle alakadar olma vb.) yaşayabilme ihtimalini göz önünde bulundurmak maddi hasarla, bundan daha da önemlisi can kaybıyla neticelenen birçok kazanın yaşanmamasını sağlayacaktır.

Bir diğer önemli, ancak uyulmayan kural ise ada (göbek) etrafından dönerken gereksiz şerit değiştirmeme kuralıdır. Örnek verecek olursak, sürücü sağ şeritten gidiyor, (ada sürücünün soluna tekabül ediyor.) hiç şeride bakmaksızın yay çizmek yerine, dönel kavşakta da şeridin olduğunu düşünmeksizin, göbekten geçiyor. Burada yapılması gereken, sağ şeritten gidiyorsanız ada etrafında dönerken yine sağ şeritten gitmenizdir. Yay çizmek yerine düz hat çizerek giderseniz arkanızdaki aracı sıkıştırırsınız. Bu da kazalara neden olmaktadır. Kazaya neden olunmaması için kanun koyucu böyle bir düzenleme getirmiştir.

Yazımızın sonunda ufak bir hatırlatmada bulunmakta yarar görüyorum. Karayolları Trafik Kanunu madde 84’e göre trafik kazalarında asli kusur sayılan hallerden biri de kavşaklarda geçiş önceliğine uymamaktır.

Halil KARAKAYA
24.02.2013
Anadolu Telgraf Gazetesi

Türk Hukuk Devrimi Üzerine

Türk Hukuk Devrimi Üzerine

Türk Hukuk Devrimi Üzerine -1

Yazımızda Türk Hukuk Devrimini açıklamaktan ziyade nasıl ve hangi koşullarda yapıldığına değineceğiz.

Ağırlıklı olarak değineceğimiz nokta Türk Hukuk Devrimi sürecinde kanunların ve hukukun nasıl oluşturulduğudur. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, yakına kadar kullandığımız ve halen kullanmakta olduğumuz bir çok kanun ülkemize resepsiyon usulü ile girmiş kanunlardır. Peki nedir bu resepsiyon usulü? Basitçe anlatmak gerekirse adapte bir anlayışla, yabancı bir hukuk sisteminin ülke hukuk sistemine dâhil edilmesidir. İşte Türk hukuk devrimi sırasında birçok temel kanun resepsiyon usulü ile yabancı ülke kanunları alınıp noktasına virgülüne kadar değiştirilmeden tercüme edilerek hukuk sistemimize dahil edildi.

Türk hukuk Devrimini daha iyi anlayabilmek amacıyla öncelikle Lozan Anlaşmasını irdelemek gerekiyor. Konuya ilgili olarak Lozan Antlaşması’nın arkasına eklenen “Yargı Yöntemine ilişkin Bildiri” ye bakmakla başlayacağız. İsmet İnönü, Rıza Nur ve Hasan Saka’nın imzalarını taşıyan bu bildiride “TBMM hükümeti, göreneklerde ve uygarlıktaki gelişmenin haklı göstergesi bütün reformları gerçekleştirmek için araştırma ve incelemelere girişmeye hazırdır.” ibaresi yer almaktadır. Bu ibarenin devamında ise “ Türk hükümeti, 5 yıldan az olmamak üzere gerekli göreceği bir süre için hizmetine derhal Avrupalı hukuk danışmanları almak niyetindedir; bu danışmanları Türk hükümeti, 1914-1918 savaşına katılmamış ülkelerin uyrukları arasından Milletler arası Adalet Divanınca düzenlenmiş bir çizelgeden seçecek ve bunlar Türk memurları olacaktır.” cümleleri yer almaktadır. Burada dikkat edilecek olursa kanunlardan önce memurlar bünyemize dahil edilmiştir. Bildirinin devamında seçilen adli danışmanlar Görev merkezleri İstanbul ve İzmir olacak şekilde görev yapacaklar, hukuk reformlarını gerçekleştirecek olan komisyonun çalışmalarına katılacak, Türkiye’deki hukuk, ticaret ve ceza mahkemelerinin işleyişlerini izleyecek ve Adalet Bakanına gerekli görecekleri tüm raporları göndermekle görevli olacaklardır; bu danışmanlar, gerek hukuk, ticaret ya da ceza konularında mahkemelerin yönetimi, gerekse cezaların ya da kanunların uygulanması yüzünden doğabilecek bütün yakınmalara (şikâyetlere) bakmakla görevli olacaklardır. Ayrıca bu danışmanlar, ikametgâhların aranması, araştırmalar ve tutuklamaların yol açabileceği şikâyetlere de bakabilecekler, öte yandan İstanbul ve İzmir yargı yetkisi çevresinde, bu gibi tedbirler yürürlüğe konulur konulmaz, gecikmeden görevlendirilen yabancı hukuk danışmanlarına bildirilecekti. Görüldüğü üzere tayin edilen yabancı hukuk danışmanları çok büyük yetkilere sahip olmuşlardır.

Bu konuyla ilgili olarak Max Schwezier, Ankara Lozan Arasında isimli kitabında “Böylece Lozan antlaşmasının imzalanmasından sonraki ilk beş yıl içinde Türkiye’nin laikleşmesi tamamlanmış oldu. Bu beş yıl Lozan’da, Türkiye’de danışman olarak kabul edilen yabancı hukukçuların görev süresine denk düşmektedir.” demektedir.

Görüldüğü gibi bu danışmanlar kapitülasyonların kaldırılması karşılığında söz verilen hukuk reformlarının gerçekleştirilmesinde yardımcı olacaklardı. Ancak bu danışmanların kimlikleri, ülkemizde kalma süreleri ve nerelere ve hangi olaylarda müdahale ettikleri gibi ayrıntılara belgelerde yer verilmemiştir. Devlet arşivlerinde bulunan bazı belgelerde bu danışmanlara aylık azami 150 Türk Altını 37.500 Altın Fransız Frangı tahsisat ayrıldığı görülmektedir. Ancak bu meblağ Lahey Adalet Divanınca az bulunmuş ve 60.000 Altın Franga çıkarılmıştır.

Yazımızda ve Lozan Anlaşmasının ilgili ekinde, görevlendirilen danışmanların 5 yıllık görev sürelerinin olduğu belirtilmiştir. Ancak 1929 tarihli, altında Gazi Mustafa Kemal’in de imzasının bulunduğu Latin alfabesiyle kaleme alınmış olan kararname, yabancı danışmanlara 1929 yılı bütçesinden para tahsis edildiğini ortaya koyuyor ki, bu, 1930 yılında dahi maaş almaya devam ettiklerini gösteriyor. Yani anlayacağınız danışmanlar 1 yıl fazladan görev yapmışlardır.

Önümüzdeki yazımızda, görevlendirilen Hukuk Danışmanlarının görevleri süresince hangi hukuki değişimler geçirdiğimizi ele alacağız.

Halil KARAKAYA
20.08.2014
Anadolu Telgraf Gazetesi



Türk Hukuk Devrimi Üzerine -2

Önceki yazımızda Türk Hukuk Devrimine giriş yapmış ve bu bağlamda Lozan Barış Antlaşmasının Yargı Yöntemine İlişkin Bildirisine değinmiştik. Ayrıca Bu Bildiride yer alan Hukuk Danışmanlarını anlatmaya çalışmıştık. Bu yazımızda ise Ülkemize Lozan Barış Antlaşmasıyla gelmiş olan Hukuk danışmanlarının kaldıkları süreler içerisinde hangi kanunların çıktığı ve hangi icraatların yapıldığı konularına değineceğiz.

Bu beş yıl süresince Türkiye’de kalan hukuk danışmanları zamanında 2 Ocak 1924 tarihinde Hafta tatili günü cumadan pazara alındı. 3 Mart 1924 tarihinde halifelik kaldırıldı. Hanedan yurt dışına çıkarıldı. Tevhid-i Tedrisat kanunu çıkarıldı. Şer’iye ve Evkaf Bakanlığı ile Şer’i Mahkemeler kaldırıldı. 5 Kasım 1925 yılında Laik hukukçular yetiştirmek üzere Ankara Hukuk Mektebi açıldı.25 Kasım 1925’te Danıştay yeniden kuruldu ve Şapka Kanunu çıkarıldı. 30 Kasım 1925 tarihinde Tekke ve Zaviyeler ile Türbeler kapatıldı. 26 Aralık 1925, Miladi takvim ve Avrupa’yi saat kabul edildi. 9 Nisan 1928’de Anayasa’dan “Devletin dini Din-i İslamdır” maddesi çıkarıldı. 24 Mayıs 1928 tarihinde Avrupa rakanları kabul edildi. 1 Eylül 1928, Liselerden Arapça ve Farsça dersleri kaldırıldı. 1 Kasım 1928, Latin harfleri kabul edildi.

Gelelim o beş yıllık sürede resepsiyon usulü ile aldığımız kanunların bazılarına;

17 Şubat 1926 tarihinde İsviçre Medeni Kanununun Türkçe çevirisi Mecliste müzakere edilmeden kabul edildi. Hükümet gerekçesinde Medeni Kanun olarak İsviçre Medeni Kanununun seçilmesinin nedeni, bu kanunun en yeni en eksiksiz ve halkçı bir kanun olması gösterilmiştir. Ayrıca İsviçre Medeni Kanununun Almanya, Fransa ve İtalya gibi birçok ülkelerin kültürlerinin birleşmesine rağmen sorunsuz olarak uygulanabilmesi de nedenler arasındaydı. Ancak tabii ki gözden kaçmış olan büyük bir ayrıntı var. Avrupa medeniyetlerine bakacak olursak küçük farklılıklar hariç hemen hemen benzer kültüre sahiptirler. Ancak bizim kültürümüzle Avrupa Kültürü arasındaki özellikle medeni hukuk alanındaki farklılık çok büyüktür. Kısacası getirilen hukuk bizim ihtiyaçlarımızı karşılar nitelikte değildi. Örnek vermek gerekirse bizde anne ve babaya çok büyük önem verilir. Ki verilmesi gereken bir önemdir bu. O yıllarda ülkemiz hukukuna dâhil ettiğimiz İsviçre Medeni Kanununda ölen bir kişinin çocuklarının olması halinde miras bırakanın anne ve babasına mirastan herhangi bir pay düşmeyeceğine dair hüküm bulunmakta idi.

1 Mart 1926, İtalyan Ceza Kanununun Türkçe çevirisi kabul edildi. Üstelik bu kanun Orijinal dili olan İtalyancadan değil, Fransızca metninden Türkçeye çevrilmiştir.

22 Nisan 1926’da İsviçre Borçlar Kanununun Türkçe çevirisi kabul edildi.

26 Mayıs 1926 tarihinde Kısmen Fransız, Kısmen de Alman hukukundan Derlenen Ticaret Kanunu kabul edildi. Gel gelelim, bu kanun derlenirken ya aceleciliğe ya da acemiliğe kurban gitmiş ve belli bir sistemden yoksun olarak ortaya çıkmıştır. Mecelleden bağımsız kılmak amacıyla apar topar ve acemice hazırlanmıştı. Zaten daha sonra yani 1957 yılında kanunda değişiklik yapılması maksadıyla bir proje başlatılmış ve adeta yeni bir Ticaret Kanunu hazırlanmıştı.

18 Haziran 1927, İsviçre’nin Neuchatel kantonundan alınıp çevrilen Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu çıkarıldı. İsviçre’de daha sonra 1925 tarihli bu kanun yürürlükten kaldırılmış ve yerine 1988 tarihli yeni Neuchatel Medeni Usul Kanununu yürürlüğe koymuştur. Türkiye’de ise 1927 tarihli bu kanun 2011 senesine kadar yürürlükte kalmıştır.

Ancak Türk Hukuk Devrimi sadece batılı Hukuk müfettişlerinin alınması ve batı kökenli mevzuatın ülkemize resepsiyon usulü ile kopyalanmasıyla kalmamıştır. Bunun yanında hukuk eğitimi olarak Ankara Hukuk Mektebi açılmış ve batıdan hukukçu öğretim üyeleri getirtilmiştir.

Halil KARAKAYA
27.08.2014
Anadolu Telgraf Gazetesi



Türk Hukuk Devrimi Üzerine -3

Önceki yazımızda genel olarak Ülkemize Lozan Barış Antlaşmasıyla gelmiş olan Hukuk danışmanlarının kaldıkları süreler içerisinde hangi kanunların çıktığı ve hangi icraatların yapıldığı konuları ile çıkartılan kanunların kültürümüzle olan zıtlığını ele almıştık. Bu yazımızda ise ithal ettiğimiz hukuku ülkemizde tam olarak yerleştirebilmek amacıyla Avrupa’dan getirilen yabancı öğretim üyelerine değineceğiz.

Bilindiği gibi bir ülkede hukuk düzeni oluşturmaktan daha önemli ve daha zorlu bir husus vardır. O da oluşturulan hukuk düzeninin uygulanmasıdır. Uygulanmayan bir kanunun hiç bir işe yaramaz. Bu bağlamda, yabancı devletlerden resepsiyon usulü ile alınan kanunların ve Avrupa’dan getirtilen Hukuk Danışmanlarının tasarladığı bu yeni hukuk düzeninin uygulanması ve devamlılığının sağlanması amacıyla Ankara Hukuk Mektebi açılmıştır. Fakat burada akla bir soru gelebilir. Acaba mevcut öğretim sistemiyle de bu iş yürümez miydi? Bu soruları kısaca cevaplamak adına O döneme bir bakmamız gerekmektedir. O dönemde mevcut olan sistem içerisinde karşımıza Dar’ül Fünun çıkmaktadır. Dar’ul Fünun, yapılmak istenen değişime kayıtsız kalmış, hatta bazı konularda yapılan değişime karşı çıkmıştır.

Cumhuriyetin 9. Yılında İsviçreli bir pedagoji profesörü eğitim sistemimiz hakkında bir rapor çıkarmak amacıyla Ülkemize gelmiştir. Hazırladığı raporda özetle Türkçe bilimsel eserlerin yetersiz, metotların çağdışı ve öğrencilerin yabancı dil bilgisinin yetersiz olduğunu belirtmiştir. Bunun üzerine Dar’ul Fünunun 240 hocasından 157’si görevinden alınmıştır. Ayrıca İsmi de İstanbul Üniversitesi olarak değiştirilmiştir. Ancak yapılması gereken en önemli şey halen yapılamamıştı. O da yabancı öğretim görevlisi alımıydı. O dönemde Türkiye’ye gelecek yeterli sayıda yabancı öğretim üyesi bulunmamaktaydı. Dönemin Almanyasında yahudi erin üzerindeki baskı artınca yahudi profesörlerin Türkiye dönemi açılmış oldu. 1933 yılında 47 Alman hoca İstanbul’a geldi bunların 19’u ordinaryüs ve profesördü.

İlk başlarda dil problemi yüzünden dersler tercümanlar aracılığıyla yapılmaktaydı. Ancak esas problem, tercümanların anlatılanları tam olarak tercüme edememesinden kaynaklanmaktaydı. Bazı teknik konulardaki yetersiz tercümeler ve öğrencilerle hocaların iletişiminin tercümanlar aracılığıyla yapılmasından doğan anlaşmazlıklar öğretimi zorlaştırmaktaydı.

Bunların yanında bir de yerli hocalarımızla yabancı hocalar arasındaki maaş farkına değinmek gerek. Yabancı profesörlere aylık olarak 500 ila 600 lira arasında bir ücret ödenmekteydi ki bu o dönemlerde 1000-1200 Alman Markına denk gelmekteydi. Aynı Profesörler kendi ülkelerinde bu paranın üçte birine çalışmaktaydı. Aynı dönemde yerli hocalarımız ne yazık ki 40 ila 100 lira arasında bir maaş almaktaydılar.

Harf inkılabı sonrası yabancı hocalar bilim diline de el atmışlardır. Burada insanı şaşırtan konu ise bu yabancı hocaların büyük çoğunluğunun Türk Literatürüne ve Türkçeye hâkimiyeti konusunda herhangi bir bilgilerinin olmaması veya çok az bir bilgilerinin olmasıdır. Üniversite kütüphanesindeki 109 bin 387 Cilt Osmanlıca kitap yabancı bilim çevresi tarafından bilimsellikten uzak, dağınık ve küflü ilan edildi. Acaba bunu neye göre ilan etmişlerdi? Bırakın Türk literatürünü, Osmanlıca dahi bilmeyen bir çevrenin Osmanlıca eserleri bilimsellikten uzak ilan etmesi gerçekten de çok düşündürücüdür.

Gelelim, Türk hocaların 6 ila 10 katı arasında ücret alan bu hocaların eserlerine. Bu hocalar dönemlerinde 99 ders kitabı, 59 bilimsel kitap ve onlarca bilimsel makale yayınladılar. Bu sayı o dönemde çok yüksek olabilir ama herhalde 109 bin cilt eserin görmezden gelinip, kenara atılmasıyla karşılaştırılamaz.

Bu dönemde toplam olarak 86 Alman öğretim görevlisi Türkiye’ye geldi. Bunların bir kısmı Amerika ve Avrupa ülkelerine giderken kalanlar 1941 yılında Alman vatandaşlığından çıkarıldıktan sonra vatandaşlığa kabul edildiler.

Halil KARAKAYA
03.09.2014
Anadolu Telgraf Gazetesi

Tarihte Demokrasi Üzerine

Tarihte Demokrasi Üzerine

Demokrasi, kelime anlamı olarak halk idaresi anlamına gelmektedir. Çeşitli dönemlerde demokrasi kavramı çok çeşitli şekillerde tanımlanmıştır. Bunlar arasında liberalist, komünist, anarşist ve faşist düşünürler kendi düşünce yapılarına uygun olacak şekillerde demokrasiyi yeniden tanımlama ihtiyacı duymuşlardır. Bunun altında yatan temel düşünce ise düşünürlerin kendi düşüncelerinin demokrasiye daha uygun olduğunu kanıtlama çabası yatmaktadır.

Demokrasi kavramının tarihi gelişimini ele alacak olursak, Antik Yunan dönemine inmemiz gerekecek. Günümüzdeki doğrudan demokrasiye yakın olan bu uygulama Atina demokrasisi diye de anılmaktadır. Bu düşünce Eski Yunan Filozoflarından Aristo ve Eflatun tarafından eleştirilmiş, halk içinde “ayak takımının yönetimi” gibi kavramlarla nitelendirilmiştir. Ancak Atina Demokrasisine katılabilmek için hür, yetişkin erkek olmak ve Şehir Devleti vatandaşı olmak gerekmekteydi. Bu uygulamada kadınların ve vatandaş olmayanların oy hakkı bulunmamaktadır. Uygulamayı genel olarak açıklayacak olursak, oy kullanma hakkına sahip olanlar “Genel bir toplantı” şeklinde bir araya gelmekte, yönetim ile ilgili her hususta birbirleriyle görüşülmekte, daha sonra aralarından bir yönetici seçip, kanunlar çıkararak bu kanunların uygulanmasını denetlemekte; onlara muhalefet edenlere de cezalar koyulmaktaydı. Böylece demokrasi dolaysız bir şekilde uygulanmaktaydı.

Avrupa’da sanayi devriminden önce halk, derebeyleri ve toprak sahipleri tarafından zulme uğramaktaydı. Sanayi devriminden sonra da değişen pek bir olmamış, derebeyi ve toprak sahipleri yerine sanayiciler geçmiş ve zulümler uzun bir zaman devam etmiştir. Ancak bir noktadan sonra ezilen halk bazı hakları zorla almayı başarabilmiştir. İlk parlamenter sistemlerde halk sınıfından insanların sayısı ve etkinliği çok düşük seviyelerdeydi. Bunun sebebi ise aday olma şartlarının ağırlığı dolayısıyla sadece servet sahiplerinin istenen şartları karşılayabilmesiydi. Bilindiği üzere o dönemler Avrupa Parlamenter sisteminde aday olabilmek için belli bir miktarın üzerinde vergi verme mükellefiyeti vardı. Bu durumda da halkı temsil edenler yine iktisadi alanda söz sahibi olan kişilerdi. İşte bu durumda sanayi devleri ellerindeki imkânlar ve iletişim kurumları vasıtasıyla sadece kitleleri iktisaden kendilerine bağlı hale getirmekle kalmıyorlar; aynı zamanda siyasî düzenin oluşması konusunda da büyük ağırlık koyuyorlardı. Ayrıca siyasette propaganda faaliyetleri ile kitlelerin düşünce ve duyguları etkilenebilmekteydi. Böylece kanaatler ve tercihler belirli etki odakları ile etkilenebilmekteydi. Ayrıca eskiden tek tek yetki sahibi olan kişiler demokratik sisteme geçildikten sonra güçlerini aynı birlik altında toplayıp menfaatlerini ortak bir biçimde sürdürmekteydiler. Toplumda ekonomik güç sahipleri maddi imkânların da verdiği güçle daha da kuvvetlenmekte ve istediklerini daha da kolay yapmaktaydılar. Dolayısıyla sanayi devrimi sonrasındaki parlamenter sistemde adaylık şartlarının zenginliğe dayalı olması dolayısıyla meclisler halkı değil, daha çok iktisadi alanda söz sahibi olan zenginleri temsil etmekteydi.

Ancak bu tür uygulamalar zamanla ortadan kalkmış ve günümüzde eksik yönleri olsa da halkın yönetime katılmasını sağlayan daha geniş bir demokrasi anlayışına kavuşulmuştur.

Halil KARAKAYA
04.12.2013
Anadolu Telgraf Gazetesi